top of page

Trendlerin Peşinde: Kültürel Köksüzlüğün Anatomisi

  • Yazarın fotoğrafı: Kübra Tıbıkoğlu Bahadır
    Kübra Tıbıkoğlu Bahadır
  • 9 Tem
  • 3 dakikada okunur
Kübra Tıbıkoğlu Akademi
Kübra Tıbıkoğlu Akademi

Kök, dirençtir.

Sorgulama gücüdür. Hafıza ve tarih bilincidir. Nesilden nesile aktarılan bir karakter genetiğidir.


Köksüz insan kolay yönlendirilir. Tüketmeye daha açıktır. Sadakat, aidiyet, direnç gibi “geleneksel refleksleri” zayıftır. Kültür taşımaz, “trend” kovalar.


Toplumların köksüzleştirilmesi, yani kimlik, kültür, gelenek, aidiyet

bağlarının çözülmesi, aslında modern çağın en tehlikeli “sessiz devrimlerinden” biridir.


Bu süreç öyle tankla tüfekle değil; medya, eğitim, teknoloji, ekonomi ve “özgürlük” söylemleriyle yürütülür.


Bu noktada İtalyan düşünür A. Gramsci'nin “Kültürel Hegemonya” kavramı önemlidir. Gramsci'ye göre egemen sınıflar sadece ekonomik değil kültürel alanlarda da hakimiyet kurarak toplumu dönüştürür. Medya, eğitim, popüler kültür gibi araçlarla insanlar, gönüllü olarak bu hegemonik değerleri içselleştirirler.


Bugün yaşadığımız süreç tam olarak budur:

"Kültürel olarak kuşatılarak teslim alınıyoruz."


Bu bağlamda, toplumları köksüzleştirme projesi küresel gücü elinde bulunduran sermaye ağı tarafından sistemli olarak üretilir. Ulus-ötesi şirketlerin, medya devlerinin, finans gruplarının ve ideolojik vakıfların oluşturduğu bir güç bloğundan bahsetmek mümkün. Fakat bundan bahsetmeden önce projenin faaliyet alanlarını incelemekte fayda var.


Kültürel Köksüzleştirme projesi ile


• Aile kavramı yeniden tanımlanıyor.

• Cinsiyet rolleri flu hale getiriliyor.

• Dini semboller alay konusu yapılıyor.

• Tarihi şahsiyetler itibarsızlaştırılıyor.

• Dil, enformasyon bombardımanında yozlaştırılıyor.


Peki bunları hangi yollarla yapıyorlar ?


ABD Kültür Endüstrisi (Hollywood, Netflix, Disney, Meta, Apple)


Modern “kültürel emperyalizm”in vitrini.

Aile, din, gelenek, millet, ahlak gibi bağları zayıflatıp bireyci, haz odaklı, anlık tatminle yönetilen bir kitle oluşturmayı hedeflemektedirler.


Bu noktada E. Said’in “oryantalizm” eleştirisi akla gelir. Batı, Doğu'yu kendi tahakkümüne uygun biçimde yeniden tanımlar ve kültürel üstünlüğünü doğal bir hak gibi sunar. Bugün Doğu toplumlarının değerleri Batı merkezli medya endüstrisi tarafından sistemli biçimde “geri”, “tutucu”, “modası geçmiş” olarak kodlanmaktadır ve bu da Said’in tarif ettiği kültürel tahakkümün yeni bir biçimidir.


Davos Zihniyeti / WEF (World Economic Forum)


Klaus Schwab’ın liderliğinde “tek dünya düzeni” vizyonuyla ulusal sınırları ve kimlikleri “geri kalmışlık” gibi göstererek tek tip birey modeli dayatılıyor.


Ulusal kimlikleri, yerli kültürleri ve geleneksel toplumsal yapıları “geri kalmışlık”, “yerellik”, hatta “tehlike” gibi göstererek, bunların yerine evrensel(!), standart ve tüketici odaklı bir birey modeli dayatılıyor.


Bu birey; vatandaştan çok bir veri profili, aile üyesinden çok bir tüketici, inanan bir insandan çok bir algoritmanın yönlendirdiği kullanıcı haline geliyor.


WEF’in bu zihinsel altyapısı; eğitim, dijital dönüşüm, biyoteknoloji ve çevre politikaları üzerinden, görünürde iyi niyetli projelerle toplumsal yapıları dönüştürüyor. Ancak bu projeler, yerel değer sistemlerini göz ardı ettiği gibi, bireyin kültürel köklerini silikleştiriyor.


Özetle ; “Küresel sorunlara küresel çözümler” sloganıyla yola çıkan bu yapı, aslında tek tip insan, tek tip kültür ve tek yönlü düşünce inşa etmeye çalışıyor.


UNESCO & Eğitim Sistemleri


Bazı rapor ve politikalarında kültürel çeşitlilik vurgusu yapılsa da; yerli değer sistemlerini yok sayan küresel müfredatlar, post-modern eğitim anlayışı yaygınlaştırılıyor.


Büyük Veri Şirketleri (Google, Amazon, Microsoft vs.)


Kim olduğunu değil, ne tıkladığını önemseyen bir dünya kuruyorlar.


İnsan; istatistik, alışveriş profili ve algoritmalarla tanımlanıyor.


Z. Bauman’ın “tüketim toplumu” kavramı burada akla geliyor. Bauman’a göre bu toplumlarda birey artık “üretici” değil, “tüketici” kimliğiyle var olur. Kimlikler bile tıpkı ürünler gibi tüketilir. İlişkiler geçici, tatmin anlıktır. Bu akışkanlık içinde birey hem köksüzleşir hem de yalnızlaşır. Büyük veri şirketleri bu yalnızlığı algoritmalarla pazarlamaya devam eder.


Bu konuda direnç gösteren ülkelerin politikaları ve köksüzleştirmeye karşı olan savaşları göz önüne alındığında öncelikle Çin'i görüyoruz. Çin, kendi kültür kodlarını devlet politikası haline getirmiştir. Türkiye bu noktada hala kadim kültürü ile modernite arasında kimlik savaşı vermeye devam etmektedir. İran kısmen ideolojik bir direnç gösterirken Afrika'da bazı ülkeler kabile ve dini bağlılıklarla direnmeye çalışmaktadır.


Fransız filozof M. Foucault modern toplumu tanımlarken, panoptikon modelinin temel özelliklerini taşıyan bir gözetim toplumuna dönüştüğümüzü ve bununla birlikte davranışlarımızın kontrol altına alındığını ifade eder.


Köksüzleştirme, sadece kültürel değil aynı zamanda psikolojik, sosyolojik ve politik bir müdahaledir.


Bu müdahaleye karşı direnç göstermek, nostaljik romantizme saplanmadan, akılcı ve stratejik bir yol haritası çizmeyi gerektirir. Çünkü bugün kimlik, sadece hatırlanacak bir şey değil, korunacak ve yeniden üretilecek bir mirastır.


1. Milli Eğitim Sisteminde Değer Temelli Reform


Eğitim sistemleri yalnızca bilgi aktaran değil, kimlik inşa eden kurumlardır. Post-modern küresel müfredatlara karşı; yerli tarih, dil, edebiyat ve etik sistemin yeniden güçlendirilmesi elzemdir.


2. Kültürel Üretim Mekanizmalarının Güçlendirilmesi


Sinema, dizi, müzik, edebiyat gibi alanlar sadece eğlence değil, aynı zamanda bir ideoloji taşıyıcısıdır. Yerli ve milli değerleri evrensel estetikle buluşturan güçlü içerikler üretmek, kültürel savunmanın anahtarıdır.


3. Aile Kurumunun Korunması


Aile, bireyin ilk köküdür. Cinsiyet rolleri, ebeveynlik, kuşaklar arası bağ gibi kavramlar sistemli bir şekilde çözülmeye çalışılırken, bu bağların güçlendirilmesi sosyal politikaların merkezine alınmalıdır.


4. Dijital Egemenliğin Sağlanması


Algoritmaların insan kimliğini şekillendirdiği bir çağda, dijital mahremiyet, veri güvenliği ve dijital etik gibi kavramlar milli güvenlik meselesi olarak ele alınmalıdır. Büyük veri şirketlerine karşı bilinçli dijital vatandaşlar yetiştirilmelidir.


5. Felsefi ve Düşünsel Bağlantıların Kurulması


Foucault, Gramsci, Bauman, Said gibi düşünürlerin ortaya koyduğu kavramlar; bu süreci anlamamıza ve direnç stratejileri geliştirmemize katkı sunar. Modern araçlarla yürütülen kültürel tahakküme karşı eleştirel düşünce, en önemli savunma kalkanıdır.


Bugün sahip olduğumuz “kök”ler yalnızca geçmişin mirası değil; geleceğin direnci, özgüveni ve bağımsızlığıdır. Kültürel köksüzlük; hafızasızlıkla, yönsüzlükle ve nihayetinde boyun eğişle sonuçlanır. Bu nedenle mesele bir tarih meselesi değil, bir varoluş meselesidir.



 
 
 

Yorumlar

5 üzerinden 0 yıldız
Henüz hiç puanlama yok

Puanlama ekleyin
bottom of page